Warhol, Pop Art ve Nouvelle Vague üzerine

Yazmadığım son birkaç gün = Warhol
Yazıma son derece minimalist bir giriş yaptıktan sonra açıklıyorum: Avrupa Kültürü seminerlerine katıldım. Bana düşen de 20.yy'ın önemli sanat akımlarından biri olan Pop Art'ın öncülerinden Andy Warhol'u ve eseri Marilyn Diptych'i sunmaktı. Evet aklınıza takılan soru benim de aklıma takıldı: "Amerikan idolü Marilyn ve Andy nereye, European Culture nereye?" Gelin görün ki şöyle bir şey dediler: "We thought that Warhol was an important personality in 20th century and a person worth to be examined"
(yani neymiş: efendim düşündük ki Warhol 20.yy'ın önemli ve incelenmeye değer bir kişiliği, yani ondan şey ettik)

Modern sanat konusunda Avrupa'dan kayda değer sanatçı mı çıkmadı diye tartışılır ama vurucu noktam geliyor:
Andy Warhol'u ve Pop Art'ı, Avrupa kültürüne bağladım! Gün itibarıyle manifestomu ortaya koymuş bulunmaktayım. Sundum, Fransız'ları mest ettim, "yea that is very right i totally agree with you"larımı aldım, cebime koydum yanınıza geldim.


Andy Warhol, 29 Ekim 1929 Salı (Black Tuesday) günü gerçekleşen ve modern kültürün acılarla, yaralarla ve her türlü maddi manevi çürümüşlüklerle kaplı yapıtaşlarından olan Amerikan borsasının çöküşü'nden yani Büyük Bunalım'dan (The Great Depression) 1 sene önce doğdu. Modern kültür 2 taşın üzerinde duruyorsa öbürü de tahmin edeceğiniz gibi biricisinden ahlaki çürümüşlük, acı ve sefalet bakımından çok daha fena olan 2.Dünya Savaşı'dır. Yani neymiş? Sen, ben ve naturalizm bir an önce gelip bizi kurtarmazsa benden sonra gelecek kuşak, çocuklarımız 20.yy'da gerçekleşen 3 büyük felaketin 2'si üzerinde kurulu bir değer yargısına sahip olacağız. Hatta halihazırda sahibiz.

İşte bunun farkına ilk varan insanlardan biri Andrew Warhola. Marilyn'in trajik ölümü sonrasında stüdyoya kapanıp ölen ama hiçbir zaman unutulmayacak olan bir pop idolün resimlerini yaparak günümüz Pop Art'ını yaratmıştır. (Pop Art'ı doğuran Andy değildir, başkalarıdır, Londra'dalar o zamanlarda)

Warhol'un demek istediği basitçe şuydu: Ey insanlar, siz Norma Jeane Mortenson adlı kızı Marilyn Monroe yaptınız. Kendi idollerinizi "Medya" dediğiniz fabrikalarda yarattınız. Ben de sizin idolünüzü alıp hepinizin Büyük Bunalım ve 2. Dünya savaşı sonrası materyaya, basit olana, kullanıp yok etmeye eskisinden kat kat daha aç tüketim çılgını bireyler olduğunuzu göstermeye çalışıyorum. Klasisizmi yıkmaya çalışıyorum.

Yıl 1960, Amerika'nın altın zamanları başlamak üzere.

2.kısım

1950'lerda başlayan ve yüzyılların birikimini, düşünce biçimlerini, değer yargılarını, ideolojilerini, dillerini, kurallarını, hatta dinlerini sorgulayacak, sorgulamakla kalmayıp, kullanıp istismar edecek ve basitçe tüketecek ve daha da önemlisi sıradanlaştıracak, basitleştirecek, önemsizleştirecek bu çılgınlık, ki oluşum bakımından nerdeyse tamamen Amerikan malı olduğu için adına Konsümerizm demeyi tercih ediyorum, uzun süre Amerika topraklarına has bir sorun halinde durmadı. Zaten yazının sonlarında bunun aslında öyle büyütülecek bir sorun olmadığını, kendimle ve Andy'yle çalişircesine önünüze önerme olarak atıp bazılarınızı koltuklarınızda "a hadi yaa bende onu sorun sanıyodm" demenizi sağlayacağım (ordaki -de ayrı yazılacak, bknz: Türk Dili (since veeeery old times)).

Amerika'daki klassisizm karşıtlığı alıp başını giderken, Avrupa'nın savaştan çıkan, suya sabuna dokunmayan naif ve fena halde klasik yapısında bir şeyler oldu. Fransa'da oldu. Klasisizme inecek darbe beklenen bir yerden, sinemadan geldi. 1950'lerin sonlarında Nouvelle Vague doğdu, yani Fransız Yeni Dalga Sineması. Jean Luc Godard, François Truffaut ve daha niceleri klaisisizmi yıkacak filmer yapmaya başladı. Les Quatre Cents Coups'lar, À Bout de Souffle'ler, La Femme est Une Femme'ler...

Wikipedia demiş ki: "La Nouvelle Vague was a blanket term coined by critics for a group of French filmmakers of the late 1950s and 1960s, influenced by Italian Neorealism and classical Hollywood cinema." (yani kısaca demiş ki Yeni Dalga, İtalyan neorealizminden ve klasik Hollywood sinemasından etkilenmiştir.) İşte ben de tam bu noktada söze giriyorum: Yeni Dalga bunların yanında, başta sinema olarak başlamayan, ama sonradan bizzat Andy Warhol'un eliyle sinemaya da sokulan Pop Art'tan da fena halde etkilenmiştir. Dayanak noktam: basitlik, var olan güzel/ikonik/kült bir şeyi kullanıp nasıl yeni bir şey yaratırım düşüncesi. Var olandan sıkılma, Rönesans'tan Barok'a, old school klasisizmden Kübizm'e Dadaizm'e geçme hali, "of nedir bu Gone With The Wind tripleri, getir şurdan bir New York Herald Tribune takılalım Champs-Élysées'de" düşüncesi. Breathless gibi filmlerin direk olarak Pop Art'tan etkilendiğini söylemiyorum, zaten film yapım yılı bakımından 2 sene geriden takip ediyor Marilyn Diptych'i. Bahsettiğim, Yeni Dalga'nın gelişimi ve dallanması. Çekoslovak Yeni Dalga'sı. İngiliz, Avustralya, Japon Yeni Dalga'ları. Amerika'da sonradan dallanıp budaklanacak hippi anlayışı...

İşte Andy Warhol ve Pop Art da Avrupa'ya bağlanmış oldu böylece, zoraki bir bağlama olduğunu düşünenlerin fikirlerini almak için gözerimi kocaman açmış yüzümde naif bir gülümsemeyle bekliyorum. Yazınız efendim.

Son olarak yukarılarda bir yerlerde tüketim çılgınlığının, modern dünyanın değer yargılarından yoksunluğunun sanıldığı kadar kötü bir şey olmadığını belirtmiştim. Elimizdekilerin gitmesinden aşırı korkuyoruz, biraz zamana bırakmak gerek. Kaldı ki bu bir süreç, olacaksa bile onu durdurmanın yolu yok, kabullenmek lazım.

Yine de her zaman dediğim gibi, işimiz naturelizme kalacak belki de. 2 büyük felaketle çürümüş dayanak taşlarımızı yerlerinden sökercesine ilk soyunan kim olacak?







----------------
----------------
Sunum için grup arkadaşım Luíza'nın bir resmini warholladım. 60'ların tazecik sanat patlaması, modern zamaların klişesi:

December is giving us a hard time

December is not just cold, pretty and full of Christmas decorations. It is also a time which can give a student a pretty hard time. The exams are not far ahead anymore. We feel it like the archers on the walls of the Helm's Deep have felt the footsteps of the Orcs approaching to kill'em all.

Besides, all these presentations, job tasks, illnesses are all around and I'm trying not to get sick again, in these times of Schwein flu.

On Saturday I was in Schanze, buying some presents and just walking down the streets, killing time and Schanzing myself.



Rock Hard Festival

Guess what, there are festivals that can be even better than Wacken. For example the one called Rock Hard, again in Germany, half the price of WOA, better time of the year (at least for students) and shit loads of good music.

Kreator-Bloodbath-Nevermore-Katatonia-Orphaned Land.......

http://www.rockhardfestival.de/

Bir takım düşünceler + déclencheur

Hamburg'da yine soğuk bir sabahın odama terbiyesizce soktuğu soğuk gölgeleriyle uyanıyorum. Hafif bir baş ağrısı, kalkma isteği, kalkamama. Miskinmek kelimesinin anlam kazandığı bu naif sabahların (hele ki okulda ya da işte yapacak pek bir şey yoksa) en güzel uğraşı Matildamsı tavırlarla pencerenin kenarına oturmak dışarıyı seyretmek ya da seyretmemek, triplere girmek.

Hava puslu, kapalı, ıslak. Bünyede siyah beyaz fotoğraf çekme isteği var. Zira öyle de yapıyorum, fotoğraf makinemi alıyorum dışarıya sarkıyor fotoğraf çekiyorum. Fena olmuyor. Bu amaçsız fotoğraf çekme düşüncesi geçenlerde geldi aklıma. Sürekli içinde bulunduğum çevreye, kullandığım eşyalara, gördüğüm insanlara daha yakından bakma isteği gibi bir şey. Evet son derece kolpa düşünceler içerisinde bir Aralık ayı yaşıyorum. Nedendir beybi diyorum kendime? Nedeni basit: Erken menopoza giriyorsun diyor iç ses (Garip bir şey: Her gün farklı bir iç sese sahibim. Bugünkü Chuck Palahniuk'un)

Fotoğrafları banyo etmiyorum ama üzerlerinde manipülatif güçlerimi kullanarak çalışıyorum, ve bir şey fark ediyorum: Bu işle uğraşırken fotoğrafların içeriğiyle ister istemez bir bağ kurulıyor. Ben kuruyorum en azından. Bu da nasıl bir şeyse, "bağ kurmak". Geçmişle ilişkilendirmek mi yoksa düpedüz bağ kurulan obje, imge her neyse onu gaddarca (iç ses: Haggardca?) sahiplenmek mi bilemiyorum. Umarım nedeni sahiplenme dürtüsüdür, çünkü eğer öyleyse deklanşörümün düğmesine basar basmaz her şey be-nim-dir.

Be-nim süt kutum.

Be-nim Süt Kutum!

Oyarım anları

You are too late

This is the blog post #121, and I hate to bring this up but you are way too late to read the first 120 outstanding posts.

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Powered by Blogger